Logo
Print this page

Büyük güçlerin kesişme alanı: Balkanlar

Büyük güçlerin kesişme alanı: Balkanlar

Osmanlı`nın Rumeli olarak adlandırdığı Balkanlar, doğu Avrupa`nın Akdeniz`e açılan kapısı olduğu kadar Anadolu`nun Avrupa`ya uzanan geçiş noktasıdır. Bu sebeple tarih boyunca Balkanların, Avrupa`nın bir parçası olup olmadığı hep tartışıldı.

Osmanlı`nın çekilmeye mecbur bırakılmasının ardından adı istikrarsızlıkla eş anlamlı hale gelen Balkanlar, Avrupa`nın çevresi veya sınırı olarak kabul ediliyordu.

Aynı zamanda tarih boyunca yer değiştiren kavimlerin uğrak noktası olan Balkanlar`daki, bu istikrarsız hareketlilik sebebiyle güçlü bir siyasi birlik kurulamadı. Aslında Balkanlar bölge halkları için değil, tarihi, kültürel ve dini bağlara sahip oldukları hamileri için hep bir çatışma olanı oldu. Boşnaklar, Arnavutlar ve Makedonlar Osmanlı; Hırvatlar, Macarlar, Slovenler ve Çekler Almanya; Romenler Fransa; Bulgarlar ve Sırplar Rusya tarafından himaye edilmekteydi. Osmanlı`nın devamı olan Türkiye ise, 1990 sonrasında Boşnak, Makedon ve Arnavutlara destek vermeye başladı. Aynı şekilde ABD de, bölgede söz sahibi olabilmek adına, Boşnak ve Arnavutlarla işbirliğine girdi. Elbette bu son iki cümle, sıralaması değiştirilerek okunduğunda da doğrudur. Bu sebeple Türkiye, tarihi, kültürel ve dini sorumlulukları; ABD ise, küresel stratejisi gereği bölgede işbirliğine gitmektedir.

1990-1991 yıllarındaki Körfez Savaşı`nda Irak`ın, diplomatik süreç sonlanmadan ABD tarafından bombalanması, Avrupa devletleri tarafından meydan okuma olarak algılandı. Karşı hamle olarak Almanya, 25 Haziran 1991`de, Yugoslavya Federasyonu`ndan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan eden Hırvatistan ve Slovenya`yı tanıdığını ilan etti. Avrupa Topluluğu, Almanya`nın bu tanıma kararına tam destek verdi. Böylece Avrupa, ABD`nin güneyimizde yaptığı hamleye, Balkanlar üzerinden cevap vermiş oldu. Ancak Yugoslavya`nın dağılma sürecine girmesinin, Sovyetlerin de sonunu hazırlayacağını düşünen Amerika için bu hamle çok da tedirgin edici olmadı. 21 Aralık 1991`de SSCB`ye son veren anlaşma bu öngörünün doğruluğunu kanıtladı.

Sovyetlerin bölünerek güç kaybettiği bu süreçte, 3 Ekim 1991`de iki yakasını bir araya getiren Doğu ve Batı Almanya, birleşerek güç kazanmak istedi. Avrupa Topluluğu`nu oluşturan ülkeler, 7 Şubat 1992`de imzaladıkları Maastricht Antlaşmasıyla, Avrupa Birliği`ne dönüşerek bu birlikteliğe siyasi bir hüviyet kazandırmaya başladılar. Yaşanan bu gelişmeler, büyük güçlerin kesişme alanı olarak, Balkanlar`ı yeniden tarihin gündemine oturttu.

Komünizmin tarih sahnesinden çekildiği Balkanlarda yaşanan dağılma sürecinin bu denli kanlı ve sancılı olmasının esas sebebi Yugoslavya`nın çok uluslu yapısı değildir. Aksine, kriz yönetimini beceremeyen; askeri imkân ve yetenekler ile siyasi iradeden yoksun olan, Avrupa devletleri bölgenin çok uluslu ve dolayısıyla çok kültürlü yapısına uygun politikalar üretebilseydi, bu süreç sorunsuz olmasa da, kansız aşılabilirdi. Ancak ABD`nin Irak`ı bombalayarak meydan okumasına cevap vermek isteyen Almanya`nın Hırvatistan ve Slovenya`yı tanıması, Rus destekli Sırpların barbarca tepkiler vermesini sağlamaktan başka bir işe yaramadı. Almanya önderliğindeki Avrupa`nın desteğini alamayan Boşnaklar ve Arnavutlar, bu karşılıklı meydan okumalardan en çok etkilenen halklar oldular. İnsanlığın unutmaya çalıştığı soykırım ve etnik temizlik kâbusu, Sırplar eliyle Balkanlara geri döndü.

Komünizm sonrasında Doğu Avrupa ve Balkanlarda oluşan boşluk, ABD`nin NATO ve Avrupa`nın genişleme perspektifleri ile doldurulmaya çalışıldı. Bulgaristan`ın NATO ve AB üyesi olmasından sonra, Rusya için tek müttefik olarak, Avrupa ve ABD sınırında bir tampon konumuna gelen, Sırbistan`dan kaldı. Balkanlarda yaşanan gelişmelerden en zararlı çıkan ülke olan Rusya, stratejik kayıplarının ülke içindeki milliyetçi söylemlere güç kazandıracağı ve demokratik gelişmeye darbe vuracağı söyleyerek, ABD`nin `Öncelik Rusya` tezine zemin hazırladı. ABD`yi bu stratejiye iten en önemli sebep, Rusya`nın elinde bulundurduğu askeri teçhizat ve silahların, Kuzey Kore, Irak ve İran`ın eline geçmesi ihtimaliydi. ABD`nin bu çekincesinin farkında olan Rusya, mevcut durumu önce ekonomik, ardından Kafkaslarda AKKA limitlerini fazlasıyla aşarak askeri kazanca çevirdi. Avrupa Birliği ve ABD`nin, Çeçenistan`da yaşanan işgal ve katliamları sessizce seyretmesinin en önemli sebebi sahip oldukları endişelerdir.

NATO`nun genişleme stratejisinin ilk halkası olarak Merkez ve Doğu Avrupa Ülkeleri seçilmişti. 29 Mart 2004`de NATO`ya katılan Romanya, Bulgaristan ve Slovenya`yı, 1 Nisan 2009`da Hırvatistan ve Arnavutluk`un da dâhil edilmesi bu seçimin yansımalarıdır. Yunanistan vetosuna takılan Makedonya da bu doğrultuda birliğe aday olmayı bekliyor. Dayton Ateşkesi ile üniter yapısını yitiren Bosna-Hersek`in bu sorunu, AB ve NATO başta olmak üzere uluslararası askeri ve sivil kuruluşlara üyeliğini sekteye uğratmaktadır. Ancak bütçesinin büyük bölümü Avrupa Birliği tarafından finanse edilen `Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı`nın 30 Temmuz 1999`da Saraybosna`da imzalanan anlaşma ile yürürlüğe girmesi önemlidir.

Amerika`nın aksine, Almanya`nın önemli etkinliği bulunan Avrupa Birliği, önceliğini Balkanlar yerine Doğu Avrupa olarak belirledi. Bunun en önemli sebepleri Balkanların karmaşık yapısı ve Balkanlara nispeten daha sorunsuz bir bölge olan Doğu Avrupa`nın bir anlamda Almanya`nın arka bahçesi hüviyetinde olmasıydı. Güvenlik konusunda yaşadıkları endişelerin Finlandiya, İsveç ve Avusturya gibi ülkeleri, ABD öncülüğündeki NATO ile işbirliğine zorlandığının farkında olan Avrupa Birliği bu ülkeleri bünyesine katarak ilk adımı attı. Avrupa Birliği`nin 21 Haziran 2003 tarihinde Selanik`teki `AB-Batı Balkan Ülkeleri Zirvesi`nde`, Hırvatistan, Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk ve Bosna-Hersek`e üyelik yolunu açması, 1 Ocak 2007`de Bulgaristan ve Romanya`nın birliğe dâhil edilmesi atılan bu ilk adımın sonucudur. Ardından PHARE, ISPA ve SAPARD vb. yardım programlarıyla Merkez ve Doğu Avrupa Ülkelerini, Obnova ve CARDS ile Balkanları genişleme perspektifine dâhil ederek, ABD`nin NATO vasıtasıyla elde ettiği kazanımları dengelemeye çalıştı. Balkanlardaki tüm ülkeler, PHARE, Obnova ve CARDS yardım programlarından faydalanmaktadır.

Avrupa Birliği, üyeliğe hazırlamak için 9 Nisan 2001`de Makedonya ve 29 Ekim 2001`de Hırvatistan ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması imzaladı. 21 Şubat 2003`te Avrupa Birliği`ne tam üyelik başvurusu yapan ve Almanya`nın da desteğini alan Hırvatistan`ın yakın gelecekte üye olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yunanistan vestonu aşabilirse Makedonya`nın tam üyeliği de gerçekleşebilir. Arnavutluk ile 31 Ocak 2003`de başlayan, İstikrar ve İşbirliği Anlaşması görüşmeleri ise devam ediyor. Fransa, İngiltere ve Yunanistan`ın desteğini alan ve Slobodan Miloseviç`in iktidardan uzaklaşması sebebiyle Avrupa Birliği ile ilişkilerini düzeltmeye başlayan Sırbistan`ın üyelik şansı diğer ülkelerden daha fazla gibi görünüyor. Avrupa Birliği`nin, Ekim 2000`den bugüne kadar, bu ülkeye yaptığı milyarlarca Euro`luk yardım bunun işaretidir.

Avrupa Birliği, 1992-1995 yılları arasında Sırpların, Bosna-Hersek`i işgaline ve gerçekleştirdikleri soykırıma sessiz kalışını, bu ülkenin yeniden inşasına yaptığı katkılarla telafi etmeye çalışıyor. Fakat buna rağmen sanayisi bulunmayan ve ekonomisi yardımlarla ayakta duran Bosna-Hersek`in, birliğe üye olması yakın bir gelecekte mümkün değil. 17 Şubat 2008 tarihinde bağımsızlığını ilan eden bir diğer Balkan ülkesi Kosova`nın durumu da Bosna-Hersek`ten farklı değil. 1999`dan beri Kosova`da bulunan BM Kosova Geçici Misyonu UNMIK`in yetkileri, Avrupa Birliği misyonu EULEX`e devredildi.

Avrupa`nın ekonomik yardımlar ve birlik üyeliğine dâhil etme gayretlerine, NATO`nun güvenlik vaadiyle karşılık vermeye çalışan ABD`nin bölgedeki en büyük müttefiklerinden birisi Türkiye. ABD`nin, Türkiye`nin, Avrupa Birliği üyeliğine verdiği desteğin en önemli sebebi bölgedeki en yakın müttefikinin daha etkin hale gelmesi arzusudur. Türkiye üzerinden Balkanlarda mevzi kazanma çabasında olan ABD, Merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri ile işbirliğini artırmak için çeşitli anlaşmalar imzaladı. ABD`nin, Balkanlar`da iki önemli ve büyük üssü var: Kosova`daki Bondsteel Camp ve Bosna-Hersek`in, Tuzla şehrindeki büyük üs. Bağımsızlık sürecinde Kosova`ya en büyük desteği veren ABD`nin, bu ülkenin siyasetinde belirleyici rolü bulunuyor. Amerika`nın Kosova`daki üs o kadar büyük ki, burada görev yapan askerler, `Uzaydan görünen iki şey var. Biri Çin Seddi, diğeri burada` diyorlar. Bu üsler her ne kadar NATO çerçevesinde olsa da, fiilen Amerikan üsleri. Bu üslerde tahminen 5-6 bin Amerikan askeri görev yapıyor.

Polonya`nın, Irak`ın işgalinde ABD`ye verdiği destek, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti ile NATO çerçevesinde sıklaştırılan ilişkiler ve Guam`da eğitilen Iraklı peşmergelerin bir müddet Macaristan`daki üslerde barındırılması, Romanya ve Bulgaristan ile NATO üyelikleri öncesinde üs kurulması için anlaşma imzalanması, ABD`nin, bölge üzerindeki hesaplarından vazgeçmeyeceğinin net ifadesi.
Yazan:Ayhan Demir

 

Last modified onFriday, 07 November 2014 23:05
Telif Hakkı 2005-2015 © Vrapciste.COM. Vrapçiştenin Resmi Web Sitesi!